"Semah; bazı kalplere cila verir ve aşkını arttırır, bazı kalplere ise inkâr verir karanlığını arttırır."
- Kake (Erenler Atası) Ebul Vefa Kürdî (11.yy)

"Bizim Semahımız oyuncak değildir. O bir aşk halidir, salıncak değildir."
- Hacı Bektaş Veli (13.yy)

Tufandan Günümüze Newroz Xizir U Nuroj

Newroz, bir kutsal bayram olarak ilk çıkışını, kadim ortaklık toplumunun simgesel adı olan “Rızalık Şehri”nde gerçekleştirdi. Kadim Rızalık Şehri (Aden-Eden), tek tanrılı Semitik dinlere “öte dünya”nın ödülü bağlamında ‘cennet’ olarak geçse de, gerçekte, antik tarihin gelecek bütün zamanları etkileyen, en önemli devrim olarak tarihe kayıt düşen, kadim ortaklık (kömün) köyünün adıdır. İlk ocak, ocakta harlanan ilk ateş, ateşi harlandıran ilk soluk, insan zihninde kopan ilk fırtına ve bu fırtına ile, ocakta tutuşan çingileri dört bir yana yayan, sonrasında bayramlaşan, gönüllerin ve sevdaların filiz verdiği, dile döküldüğü, dilden dile destanlaştığı ilk ana rahmidir.

“Bereketli Hilâl”in, Kafkas-Toros-Zagros’un harman olduğu yerde, Eden’de kuruldu Rızalık Şehri. Tabii ki Kadın Ata’nın sinesinden doğuş alanına çıkarak, bu güne kutsal bir mirastır Newroz. Bugün doğuş alanına çıktığı ilk ana ocağının bulunduğu topraklarda, tabii yeni anlamlar da kazanarak, yine Kürt kadınlarının görkemli sahiplenişleriyle yeniden yaşama durması, kutsal ocağa ve kutsal ateşlere sunulan tazecik bedenlerin küllerinden yeniden doğuş alanına çıkması, bir rastlantı eseri olmasa gerek.

Ne ki, kadim çıkışında, kıtlıktan, kıştan, kardan, sudan, selden kurtuluşun bir ifadesi olarak Kadın Ata’nın kutsal ocağında meydan tutarken, hem tarihsel hem de sosyal devrimlere koşut, değişen, dönüşen, zenginleşen muhtevasıyla, bu gün yine aynı bağlamda; özgürlük, eşitlik, kardeşlik şiarıyla meydan tutmaktadır.

*
Kıtlıkta, kıtlık koşullarında, bir bayram etkinliğinin olması mümkün değildir. Nasıl ki bugün, özgürlüğünden yoksun olanların, baskı ve zulüm görenlerin bu şartlar altında bayram yapmasının mümkün olmaması gibi, uzak geçmişin sürü insanında zorlu yaşam koşulları kıtlıkla, barınaksızlıkla çevriliydi. Dahası, düşünsel çerçevesi de bu koşullarla sınırlıydı. Dolayısıyla onun yaşamında bilme alanına giren etkinliği içinde ne bu günkü bağlamda haz ne de acı vardı. Maddi gereksinimlerini, bizzat kendisinin üretebildiği koşulları uzun ve ince yollardan geçerek, deneyerek ve yanılarak ortaya çıkardı, aynı zamanda yerleşik hale de getirdi. Kendisini bu yaşam koşullarına kavuşturan, ilk öğretmen, ilk doktor, ilk üretici, ilk dil, ilk söz, ilk bilme kapısı, ilk Ocak, ilk hane, kısaca ilk beslenme ve ilk barınma, maddi üretimin ve kendini üretmenin doğuş kapısı olan kadın ataya şükranlarını sundu. Onu kutsadı. Bolluk ve bereketin simgesi olarak kutsamasını bayram düzeyine sıçrattı. Bütün bu gelişmeye ilk tanıklık eden Ocak ise yaşadığımız coğrafyada, Bereketli Hilal’de, Aden’de kurulan Rızalık Şehri oldu.

Ana atanın kutsal ateşini ilk harlandırdığı ocak olarak Rızalık şehri, belleklerde bolluğun ve bereketin simgesi olarak anlam kazandı. Herkesin ihtiyacına göre yaşadığı, Ana yasasına müthiş kutsallık bağlamında bağlı olduğu kandaş bir toplum örneği olarak; bir kez ters doğum yaparak tarih sahnesine çıkmış, evrim yasalarının kendisine biçtiği kaderden kurtulamamış ve nerdeyse, bir daha dönüş yapmamak üzere Rızalık Şehri’ni yitirmiştir, onun mirasını, bu kez yitik cennete özlem olarak dillendirmiş ve tarihin her uğrak noktasında yitirdiği bolluk ülkesine, özgürlük ve eşitlik ülkesine, bir gün mutlaka yeniden kavuşma özlemiyle, ayağa kalkışın bayrağı haline getirmiştir. Bütün tarihsel devrimlerin arka planında bu görkemli özlem yatmaktadır. Uygarlığı yaşayan insanlığın, bir başka deyimle tek tanrılı dinlerin/devletlerin baskı ve zulmünden, yılanların bir kurtuluş umudu olarak dillendirdikleri “Mehdi” ya da “Mesih”, Kızılbaş Alevilerde “Rızalık Şehri” kavrayışlarının altında hep, bolluğun ve özgürlüğün ülkesi, ortaklığın kurduğu Rızalık Şehri’ne özlem vardır. Dürüst, namuslu ve onurlu ilk kutsal ortaklık geleneğidir. Kim ona ebcet bilmeceleri içinde nasıl anlam veriyor olursa olsun, biz gelişmenin bu seyrini, “ana cennet baba devlettir” diye anlamlandırmıştık!..Çünkü, insan da dahil hiç bir canlı gelişmenin evrimsel yasalarının dışında değildir. Tek bir Allah bile bu yasaların bir tezahürüdür, bundan kurtuluş yoktur…

Bir olgu bir kez doğuş yaptıktan sonra, doğuş yaptığı kapıda kalmadığı gibi, ilk kundağı içinde de kalmaz. Evrimin yasalarına tabi olarak, gelişimin ve değişimin çarkına uğrar. Onun artık her tarihsel evreye göre temel dürtüsü, hareket ettirici etkeni, ona duyulan gereksinimdir. Bu bağlamda değişir dönüşür ama yok olmaz. Millet dinin modern bayramları bile, ödünç alınmış ağızlarla ve modern kılıklarla yeniden üretilmiş gelenek süreğinden alır kaynağını..

Bu bağlamda, tarihsel çıkışı itibariyle adı belki de Newroz değildi ama ne farkeder, ilk yaşama durduğu yerde ve zamanda, evrimin yasalarına uyarak akış yörüngesini(=kader) belirledi. İnsan nesli gelişiminin her uğrak noktasında, her devrim konağında, kendisini koşullayan tarihsel toplumsal şartlara uygun adlandırmalarla, yeniden ve yeniden yaratılan gelenek, görenek ve kutsallıklarla- ki, modern toplumun şafağına kadar kutsallık dışında bir varoluş yoktur- muhteva kazanıp zenginleşerek tarihsel yolculuğunu sürdüregelmiştir. Biz onu bugün Newroz olarak ama bir yeniden doğuş, özgürlük ve kurtuluş günü olarak öğrendik ve yaşadık.

Newroz, kadim kökleri itibariyle kadın atanın “Rızalık Şehri”nden çıkmış olmasına karşın, kuzeyde, Anadolu ve İranî (=Hurrit) halkların; güneyde bütün Semitik (=Amorit) halkların, yukarıda da belirtildiği üzere değişik ad ve muhtevalarda her bakımdan olgunlaşmış dinsel bayramı özelliğine kavuşmuştur. Açıktır ki, tarihsel evrim bağlamında, “Göksel Milât”a, bir başka ifadeyle göklerin bilgi ve ilgi alanı içine girmesine koşut olarak gerçekleşmiştir. Toprak (dünya) ananın kucağında büyüyüp yolculuğa çıkan, buna karşın tüm toplumsal devinimin bir yansıması olarak, tekmil kutsalların/tanrısalların yer ve gök arasında pay edildiği evreye denk düşer.

Bu, aynı zamanda, toplumsal yaşam koşullarında üretim ve üretimin kadın ve erkek atalar arasında pay edildiği bir süreçtir. Özellikle Yukarı Mezopotamya ve Anadolu halkları başta olmak üzere tekmil İranî halklarda bu dönüşüm, oldukça uzun evrelere yayılarak gelirken, Semitik halklarda; özelikle de, çiftçi ve çoban kuzeylilerin aksine, tefeci-bezirgan tüccarlığın çok erken toplumsal yaşama girdiği Semitlerde, özel bağlamda da İbrahimi dinler süreğiyle birlikte erkek atanın önceliği ve önderliğine dönüşmüştür. Bunun göksel kutsallık yansıması olarak ise çok Allah’lı süreç yerini tek Allah’a bırakmıştır. Allah-Devlet-Baba üçlüsü, bu dinler süreğine, sözgelimi, en son Hıristiyanlığa “Baba-oğul-kutsal Ruh” olarak yansımıştır. Kuzeyli toplumlarda yansıma ise, eş ve eşitliği temel alan toplumsal yaşam koşullarına uygun olarak, söz gelimi kadim Kızılbaşlık süreğinin yakın geçmişinde bu, “HAK-NACİ-NACİYE” olarak yansımıştır.

Çiftçi ve çoban kavimler olarak Anadolu ve İranî kavimlerde yılın iki mevsimi son derece önemlidir. İlk ve sonbahar ekinoksları, toplum olmanın maddi temelini oluşturan üretim açısından son derece önemli olduğu kadar, insanın kendi neslini üretmesi, kendi üretimi açısından da son derece önem arzetmiştir. Çünkü beslenme ve barınma ile kendini üretme birbiriyle yaşamsal düzeyde bağıntılıdır.

İlkbaharın doğum yılının başlangıcı olması bağlamında, bu gün de bir biçimde kutlanagelen, Newroz, Nisan (Hıristiyanlarda Ostern) ve nihayet Hıdırellez (Hızır-Eliyas), doğuma ilişkin, bolluk ve berekete ilişkin dileklerin, beklentilerin dinsel bayramıydılar. Benzer şekilde, sonbaharda da, ekimin ve tohumun kutsanmasına dönük, örneğin, harman, bağbozumu, koçkatımı (beranberdan) gibi etkinlikler yine aynı şekilde dinsel/toplumsal bayramlardı. Ve tabi ki süreğin tarihselliğine uygun olarak kutsal ve tanrısaldılar. Modern pozitivizmin anlayabileceği, kavrayabileceği olgular da değildiler bu yönleriyle.

Newroz, özellikle, kadim Rızalık Şehri kutsal değerler süreğine, bütün tarihleri boyunca sahip çıkan, bugünkü varisleri olarak Kızılbaş Aleviler için de bir dinsel bayram olduğu kadar, “eşitlik-özgürlük-kardeşlik” bayramı olarak da kutlanageldi. Daha doğrusu, özgürlük için zalimlerine karşı “İsyan haktır” erkânıyla ayağa kalkışlarında, isyanlarına kutsallık kaynağı olarak her defasında Newroz’u gözetmiş çıkışlarını bu güne dayandırmışlardır.

Bir ortaklık toplumu olarak sosyal düzenlerinde erkeğin ve kadının “eş ve eşitliği” erkanına uygun olarak ve onun simgesel bir yansıması olarak, ateşi ve güneşi (gök baba) temsilen Hızır kutsalının, Dünya ananın (toprak ya da yer ana) birleşip “Bir” olduğu bir muhteva içinde, hem oruç, cem gibi ritüellerden nasiplenerek, hem de bu ritüeller etrafında şenlikler, şölenler düzenleyerek kutlamaktadırlar. Bu bağlamda, Hızır ve Nevroz, bir doğum yılının sonu ve yeni bir doğum yılının başlangıcı olarak başlangıç ve sonuç etkinliklerinin adıdır. Tabi ki Kızılbaş Alevilere ilişkin burada belirlediklerimin tamamı, Otantik Kızılbaşlık için geçerlidir. Bu gün, artık ne yazık ki bu zemin yoktur.

Kuşkusuz, Newroz için özetle de olsa belirtilebilinecekler ifade ettiklerimden ibaret değildir. Ancak bu yazının kapsamı da ancak söylenebilenlere izin vermektedir. Sonuç olarak şunları söylemek mümkündür. Tabi ki, tarihsel bağlamda bu topraklar, Kadın Ata bilgeliklerine tanık olduğu gibi erkek ataların ilk Tapınak Devletlerine de, birer devrim önderi olan Peygamberler süreğine tanık oldukları gibi “Enel Hak” diyen insanı kamillere de tanık oldu. Dahası var, Zalim Dehak olarak tarihe kayıt düşen zalimliklere, sömürüye, zulme, cins ve sınıf egemenliklerine tanık olduğu gibi, cümle mazlumlar adına, kutsal isyan bayraklarını göndere çeken Kawa’lara, Ana Hürremeddinlere, Kerbela mazlumu Hüseyinlere, Hallac-ı Mansur, Fazlullah, Seyyit Nesimi’den Karmatlara, Hasan Sabbahlara, Baba Paul, Baba İshak, Bedreddin, Pir Sultan Abdal ve daha nice sayısız “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” mücadelesinin “Ortaklık Toplumu” kahramanlarına tanık olmuştur. Newroz, tarihsel akışa uygun, her zeminde, zeminin kahramanlarına çıkış kapısı olurken, dirilişin, kurtuluşun ve özgürleşmenin de “kutsal isyan” bayrağı olmuştur.

Değinmeden geçmek müthiş bir gaflet olur, Newroz bu gün Kürt özgürlük hareketinin şahsında küllerinden yeniden doğmuştur. Özgürlük hareketi önce, yukardan beri özetlediğim, en uzak geçmişten, en yakınına bütün gelenekseli bünyesinde toplamağa çalışmış, bunun için büyük bedeller ödemiştir. Gelenekselin tekmil kutsallığına yaslanarak kendi geleneğini oluşturmuştur.

Bu satırlar yazıldığında ise Amed’de en başta kadınlar ve Kürt halkı olmak üzere bölgenin her halkından yüzbinler modern bağlamda Kutsal Newroz Ateşini yaktılar. Dillendirdikleri istemlerle, özgürlük yürüyüşünün artık durdurulamaz olduğunu, sadece Kürtler için değil zulüm altında olan bütün bölge halklarına umut olduğunu ortaya koydu. Modern Dehaklara korku mazlumlara umut saldı.

Newroz Piroz be.

Haşim KUTLU

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Yorum yapmak için yorum gönder butonuna tıklayın. Yorumlar kısa süre içinde görünecektir.