"Semah; bazı kalplere cila verir ve aşkını arttırır, bazı kalplere ise inkâr verir karanlığını arttırır."
- Kake (Erenler Atası) Ebul Vefa Kürdî (11.yy)

"Bizim Semahımız oyuncak değildir. O bir aşk halidir, salıncak değildir."
- Hacı Bektaş Veli (13.yy)

Kutsal Üretim ve Doğuş: Hızır Günleri

Hallac-ı Mansur’un Dar-ı Mansur meydanına alınması, kutsal Newroz (Nevruz=Nuroj) dan sadece üç gün sonradır. Üç gün önce Newroz şenlikleri henüz başladığında, kimi rivayetlere göre dostu Şibliye,”Bizim Newrozumuz ne zaman” diye sormuştu. Her yıl yinelenen bir yeniden kutsal doğuş anlamının meydan tutması ise Newroz, doğaldır ki, Mansur böylece, bir yeniden doğuş hali içinde, Hak ve Hakikate yolculuğu için doğuşun kapısına ne zaman geleceklerini sormuş oluyordu dostuna.
Nesimi’nin kaç kuşak sonra aynı meydanda saf tutarken dillendirdiği üzere; “Mansur enel hakk söyledi/ Hakktır sözü hakk söyledi” sözündeki bilgi süreği, bizde hep “Enel Hakk” dediği için Mansur dar edildi anlayışı hakig olageldi. “Enel Hak” ve Mansur adeta kaç asırlık belleğimizde hep aynı şeydir, aynı isimdir. Bilmem kaç asırlık belleğimizde böylece yer etmesi makamın yüceliğindendir, gerçekliğin böyle oluşundan değil.

Mansur, savunusunu üstlendigi üç temel konu için Abbasi şeriat mahkemesinde, 8 yıllık zından süreci boyunca yargılanmış ve sonunda idam edilmiştir. Bunlardan birincisi, Abbasi Halifeliği’ne başkaldırı halindeki Batıni örgütlenmeleri(Daylem ve Karmati)ne akılhocalığı yaptığı, yani güncel deyimle “teröristlerle işbirliği)yaptığı, ikincisi; “Toplumsal Ortaklığı” savunduğu, üçüncüsü en netameli bir düşünce, bu ölçüde de açıktan anlaşilması, bir başka deyimle herkesin kolayca anlaması mümkün gözükmeyen bir düşünceyi açıktan ve alenen savunuyor olmasıdır. Herkesin hervesileyle “lanetlemesine” neden olan İblis’i yüceltmesi ve övmesi düşüncesidir yargılamanın ve sorgulamanın esası.

“Enel Hakk” demesi ise, onun düşünsel evriminin zirvesidir. Kemâletinin doruğudur “Enel Hak” ve bir sonuçtur. Araştırmacılar, Mansur’un bilinen 49 eserinden sözederler; bu eserlerin hiç birinde, düşünsel akışın yönü, belki bu evrim kapısına doğrudur ama henüz bu kapıda değildir. O bu evrimini, zından sürecinde geçirmiştir kanımca ve biz buna vakıf değiliz, Hiç kimse de olamamıştır zaten.

Bu yazımda konum Hızır Meydanı idi ama konuya uzun bir Mansur anlatımıyla başladım. Aslında yazmağa başlarken her nedense Mansur’un bir anlatımı aklıma geldi. Doğrudan onu belirtebilir ve asıl konuma girebilirdim. Ne ki, Mansur ile ilgili belirteceklerimi de ören kimi bilgileri de aktarmak geldi içimden, bende öyle yaptım.

Mansur’un hernasılsa günümüze kalabilmiş tek bir eseri var. Tavasin adını taşiyan manzum eserinin bir yerinde İblis’ten sözeder. “Ezel ve İltibas Tâsîni” başlığını koyduğu bölümün bir yerinde İblis ile Musa’yı karşilaştırır ve konuşturur. Şöyle:

(……)
Mûsa sordu. “Onu hâlâ hatırlar, anar mısın?” Şöyle Cevap verdi İblis:

“Ey Mûsa, oluşturduğu olayla birlikte yaratılan düşünce, hatırlanamaz. Aynı anda hem ben anılıyorum, hem O.”(abç)

“Zikri zikrim, zikrim zikri, aynıyız
Birbirini anan beraberleriz”

Evrensel dişil kuvvetin, cismani olarak tekmil dişilerin ve bu arada tabi ki kadınların, erkek hükümranlığının, onun devlet olarak örgütlü bir düzey kazanmasının, erkekleşen, eşsiz ve benzersizliğiyle sürece damga vuran, asla ortak kabul etmez Rab Allah karşisında, eril ve dişilin birlikteliğini, uyum ve ahengini, toplumsallığın bu zeminde olmasını dileyen Mansur’un, günün anlayış ve anlatım tekniğine uygun olarak dillendirişidir bu. İblis, evrensel olumlu ile olumsuz, pozitif ile negativ ögelerin karşilıklı duruşunda negativ ögenin temsili dışında, bu tarihsel ve toplumsal düşüşün simgesel metaforudur.

Bu bağlamda, Halifelik fermanıyla üç asır boyunca ne adından, ne eserlerinden ne de düşüncelerinden sözedilmesinin yasaklanmasına karşin, Kızılbaşların ve Ezidilerin meydanında Mansur’un makam sahibi olması boşuna değildir, tesadüf de değildir. Dahası, Şeriatın dilinde bunların “Şeytanın çocuklari” olarak anılmalarının da tesadüfle ilgisi yoktur.ama Mansur ile ilgili anlatımımızı bu yönden devam ettirmemizin yeri de bu yazı değildir diyor ve asıl konumuza dönüyorum.

“BİR DERSİMDEN BİR GÖNLÜMDEN GEÇERSİN”

“Aşk ile” diyerek başlanan Alevi Gulbanklarının (arınmış söz, nefes, çagri) çogunun sonu “yuf münkire yuf münafıka” diye bitter. Yola giren bir Yol Evladı’na Görgü Meydanı’nda, meydanı birlenmeden önce, verdiği oniki ögütten birinin, “ne yalan söyle ne yemin et” olduğu bir ahlak kavrayışının doğal sonucu olarak görmek gerekir, hem iki yüzlülüğe hem inkarcılığa “yuf” etmeyi.

İnkar eğer ırkçılıkla birleşerek yürürlüğe girmişse, yürürlüğe giren toprakta acı hiç dinmemiş demektir. Dersim alanı “Tunç El” in hışmına, hem ırkçı hem de inkarcı bir zeminde girdi en son olarak. Son günlerde bu yönüyle acılar yeniden kanatılsa ve güncellenip aktüelleştirilse de, Dersimlinin bilmem kaç nesildir yüreğinde hiç dinmedi.

Dersim genelde Aleviliğin özelde ise Kızılbaş Aleviliğin, tekmil tahribatlara karşın az ya da çok günümüze gelebilmiş kalıntılarının gizlendiği bir sanduka gibidir. Elinizi attığınız hiç bir yerden boş dönmezsiniz, otantik özelliklere dair mutlaka bir şeyler bulursunuz.

Bu bağlamdan olsa gerek buraya neden Dersim adı verildiğini hep merak etmişimdir. Araştıranlar, bir tek değil bir çok yanıt bulmuşlar, neden Dersimn dendiğine ilişkin. Dersimlinin aynı konuda ürettigi söylenceler de dahil bulduğum yanıtların hiç birisi beni tatmin etmedi doğrusu. Sanırım, Dersim anlamı da “bilmeyen bilmez bilen de demez” şeklinde dillendirilen Yol sırrının kurbanı oldu. Anlamı bilen beraberinde götürdü!..

Tarihte Dersim adına son Osmanlı kayıtlarında rastlanılıyor, Osmanlı’da bu bölge Dersim Sancağı olarak anılıyor. Oysa, Anadolu otantik Aleviliği ile Daylem(İrani) Aleviliğinin tam buluşma yerinde konuşlanmış ve yüzlerce yıl bu özelligini koruya gelmiş bir yerdir. Üstelik her ayağın kolayca giremediği ve basamadığı bir yer. İster doğunun ister batının olsun, bir çok yağmacı-fetihçinin hükümranlık sahası içine girse de Dersim, hiç kimsenin hükmedemediği bir meydan olagelmiştir. Koruması gerekeni de bu özelligi nedeniyle korumuş olmalı diye düşünürüm.

Kızılbaş anılmasının en önemli kaynağı ana atası ile, otantik adı MANANALİS (Mamiki, Anamisi, Anahiti) diye anıldı. Kutsal Ma Ananın halkı ve toprağı olarak bilindi.

İlk Ortaklık mekanı olarak Semitlerin yaşamında Eden(Aden) diye geçen, İranilerde “Airyana Veyah” (İranilerin kutsal ülkesi) olarak bilinen, Sümerlerde(Dilmon), Alevilerin hem geçmişine hem de gelecek ütopyalarina yollama olarak kadim Rıza Şehri’nin ortaklık geleneğini, KOMALA ya da KOMANA olarak sürdürmüştür Dersim.

Bunca araştırma sonunda, bu özelliklerinin açıktan dillendirilip sürdürülemediği bir tarih uğrağında, bu özellikleri ve ilişkileri gizleyen bir şifre olarak bu adı kullandığı sonucuna vardım. Başka da hiç bir anlam ifade etmedi benim için. Hem kadın atasını hem Anasının toplumsal yaşamında öndeligini ve önceligini gizledi hem de Ortaklığa dayanan yaşamını gizledi bu sözcüğe. Mananalis’ten sözedeceği yerde Mananalis demedi de Dersim dedi. Bütün Alevi Ocakları da Dersimi böylece bildi ama bildiğini demedi… Cümle, kadın Ata ve onun ortaklık süreğinin gizlendiği toprağın kapısıydı ve tabi ki bu kapı gümüşten olacaktı!..

Daylem Ocaklarıyla Anadolu Ocakları birbirleriyle ilişkilerini Dersim köprüsü üzerinden yürüttüler. Hem Daylem’in hem Anadolu’nun sırlarını gizledi. Başları dara düştüğünde onlara sığınak oldu. Bir biçimde hala varlıklarını sürdüren çok etnili özellik buradan geliyor olsa gerek. Sadece doğunun ve batının değil aynı zamanda güneyin ve Kuzeyin de sığınağıdır Dersim.

HIZIR İLE HINZIR HEP BİRLİKTE ANILDILAR.(*)

“Bereketli Hilâl”, Zagros-Toros-Kafkas üçgeni asırlar var ki bu adla anıldı hep. Kadınlı erkekli insan ilk kez bu topraklarda kurdu ocağını. Kurduğu ocak etrafında derlendi, bir konup göçer sürü iken ilk kez topluluk oldu. Ocak, ilk çekirdek topluluk örnegidir. Kom, Komal, Mir, Oba, vb. kavramlar hep ilk çekirdek Ocağa işaret olarak dillendirildi. İlk ev, ilk çobanlık, ilk çiftçilik, bu ilk çekirdek topluluk, kandaş ocaklarla, birbirlerini örerek Bereketli Hilal’in kutsal kadın atası tarafından armağan edildi güncel insanlığa.

Böylece, insan neslinde sürek başladı, sadece kendisiyle sınırlı kalmadı yaşam süreği, onunla ilişkide bulunan evcilleştirdiği ya da evcilleştiremediği hayvan ve bitki türlerinde de görüldü. Kadın atalar çocuklarıyla birlikte kendilerinin kaldıkları mekanlara Hane (Xini ya da Xane), Erkek mekanlarına ise Han( Xan=Khan) dediler ve kutsadılar. Kadın Ataların çocuklarıyla birlikte kaldığı mekanlar ile Erkek ataların kaldığı mekanlar uzun tarihi süreler boyunca ayrı inşa edildi. Urfa/Göbeklitepe kazılarında çıkan bu kadim mekanlar örneği Bereketli hilal de bolca bulunmakta ve buk görüş artık bir tasarım olmaktan çoktan çıkmış olmaktadır.

Beslenme, Barınma ve Üreyim (kendini üretme) üçlüsü, kandaş Ocak Toplumunun üzerinde yükseldiği ilk kutsallıktır ve sonraki bir tekmil kutsallıkların da temelidir. İlk şölenler, giderek bayramlar, gulbanklar ve gulbanklara eşlik eden saygı törenleri, ritueller bu üçlü kutsallık zeminine yerleştirilerek yürütüldü. Bu gün şeklen yapılıyor olsa da Alevi cemlerinde bilde buk üçlüyü hala görebilmek mümkündür.

Hep belirte geldim; aç karnını doyurmak ve donup kalmadan sığınacak bir ağaç ya da kaya koyuğu bulabilmek için aranıp durulduğu bir yaşam süreğinde, yaşamı gerektiren hiç bir şey için, güvence olmaz. Güvencenin olmadığı bir yerde ne bayram, ne seyran olur. Ne soyda sürek ne düşüncede bir tohum bulunur.

Bolluk, berekettir bayram ve ancak bollukla anlam kazanır. İnsan kadın atasının doğurgan yaratıcılığında ilk bayramları da Bereketli Hilal’de gerçekleştirdi. Bolluğun ve bereketin süreği için, bayramlarda da sürek hep olageldi. Unutmamamız gereken bir gerçek, bugün özellikle bölgemizde varlık sürdüren hangi din olursa olsun, hangi dinin hangi bayramı sözkonusu olursa olsun ve bugüne hangi değişmiş dönüşmüş anlam ile gelirse gelsin, cümlesine temelinde, Bereketli Hilal’in kutsal bereket bayramları bulunmaktadır.

Yazıya hale getirilmiş olarak sonraki nesillere aktarılan Bereket bayramlarının en eskilerinden Kibele, Atta(Ata) çifti ile İştar, Çoban Dumuzi çifti adına sürdürülen kutsal bolluk bereket bayramlarıydı. Yılda iki kez yapıldığı anlaşılmaktadır bu bayramlar. Halk arasında “gün dönümü“ olarak adlandırılan ilk ve son bahar ekinokslarına denk gelmektedir. Kutsal doğuşun başlangıcını temsil eden ilk bahar, Mart ayı ile başlamaktadır.

Bu günkü takvime göre 21 Mart yeni bir doğum yılının başı(Yıl Başı) olarak anlam kazandı; İştar(Aşa) ile Dumuzi kutsal evliliklerini gerçekleştiği ve bütün bir doğayı doğuma durdurdukları gün olarak. Attas(Ata) ile Kibele(Kıble-Göbele) nin birleşmesini gerçekleştirdiklleri bereket bayramı ise günümüze Hıdırellez olarak akıp gelmiştir. Mayıs ayında gerçeklexir am asla ilk baharı aşmaz buk etkinlikler.

Alevi süreğinde Dumuzi’nin yerini Hızır aldı. Dumuzi ya da Attas, çokca bilinenin aksine, “Gökbaba” bağlamında eril olarak tanımlanmış Güneş tanrısallığının, dölleme işlevini yerine getiren simgesinden başka bir şey değil. Bugün bu işlevin adlandırılmasına Alevi süreğinde Hızır denmektedir. Hızır Güneştir. Onun yeryüzündeki tezahürüdür ve İştarya da Aşa ile birlikte anılırdı eskiden. Diger yandan Hızırın negatifi, olumsuz ögesi ise Hınzırdır. Hınzır, Hızır’ın ölümüne neden olan ve Domuz şahsında cismanileştirilen bir metafordur. Ne zaman Dumuzi anılsa, bir negativ öge olarak Hınzır da anılır.

Aynı bağlamda Kibele -Attas birleşmesine Purulli demekteydi Hattiler. Bugünkü Kürtçe de çokluğu belirtmek için kullanılan “Pır” sözcüğünden de anlaşılacağı üzere Pur-illi çokluk belirtisi olarak bereketi ifade etmekteydi. Purilli bayramları Dünya Ana ile Gökbaba’nın evlenmesini ve kutsal doğumun başlamasını temsil etmekteydi.”Sordum Sarı Çiğdeme/ Sen nerede kışlarsın- Ne sorarsın be derviş/Yeraltında kışlarım- Sordum sarı çiğdeme/Anan baban varmıdır/ Ne sorarsın bei derviş/Anam yer babam yağmur“. Toprak Ana ile Gök Babanın bir olup birleştiği ve tekmil yaşamın doğuma durduğu kavrayışın dile geliyidir buk dizeler

Bu günkü Dersim gerçeğinde bile her iki örneğe uygun düşen bir çok belirlemeye rastlamak hala mümkündür. Bu kutsal evliliğe işaret olsa gerek hala Zazaça da “weyve Dune” (Dünyanın evlenmesi) denmektedir. Ermenicede Hautomopil(heftamal)dır aynı anlamda ifade edilir. Ve nihayet Dersim toprağı üzerinde Dersim Kadar Hızır/Hıdır vardır yetmediği yerde de Ali Hıdır vardır. Hıdır veya Hızırın anıldığı her yerde Negatif öge olarak Hınzır da birlikte anılır!..

(Devam edecek)

HAŞİM KUTLU


————-
(*)-Türkçedeki söylenişi olarak Hızır diyoruz. Tabi ki Bozatlı Hızır diyoruz. Günümüzde Hıdır ya da Alihıdır demelerine bakmayın, Dersimin bugünkü erkek sakinlerinin yarısının adı Hızır diğer yarısının adı da Hıdır’dır ve tabi ki Hıdırlar çogunluktadir. Adlandırmada kutsalların değerlendirilmesi son derece doğal bir süreçtir ama Hıdır ya da Hızır’ın seçilmesi nedensiz değildir. Kadim “Rıza Şehri” süreğinin en azından bu boyutta hala devam ettiğinin tipik örnegidir bu. Orijinal söylenişinin, Xo Azer ve ya Xo Adır olduğu yönündedir kanatim. Ho, art ya da öd damakların birleştirilmeden çikarilan sestir. Terzsine arka damağın birleştirilerek çikarilan sestir XO. Bizim süreğimizde kendinde kutsallığın ifadesi olarak isimlerin önüne konulur. Latincede aynı bağlamda kullanılan Snt. Simon gibi, tam karşilığı olmasa da Hz.Ali gibi. Xo da aynı işlevle kullanılır. Xo Azer zamanla birleşerek Xızır’ı, Xo Adar da birleşerek zamanla Xıdır’ı oluşturmuştur ve cismlanileştirilmiş Ateş timsalidir. Xızır ya da Xıdır’ın temsil ettiği kutsallık Araplara Khadir olarak geçmiştir. İslamiyetin kutsal kadir gecesi islamiyete dönüşmüş olarak girmiş kadim Xızır gecesidir.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Yorum yapmak için yorum gönder butonuna tıklayın. Yorumlar kısa süre içinde görünecektir.